23 Ağustos 2010 Pazartesi

bi gun karsima cuktun ve o bakislarinda kizginligin ifadesi vardi. yasattiklarimin bir ifadesimiydi yoksa terk edisimin mi. ama inan gecwn hee gun sordum dogru olan sem miydin diye. tum haykirmam tum cabam bosa gitmesin istedim senli bir gelecek hic dusunemedim. ama isin gaeip olan yani seni tum saf kalbimle sevmemdi tum heyecanimi senin bana yasatmandi. aslolan zaten benimde sakladigim o kizgin kalbin bende de olmasiydi. insan severken nasil birakabilir derdim hep:( insan sevip de ayrilabiliyorsa sevdiklerinden o insan degildir siyordum ama bosmus dusuncelerim... havadaki ruzgarla gelwn koku arkamda calan piyano ve keman sesleri senin yoklugunu benim yalnizligimi artiran en agir etken. ve ben bundan vazgecemem:):(

19 Ağustos 2010 Perşembe

...

noktalama işaretleri bulunduğu her 29 harfin yanında harflere anlam katan çok basit simgeler olan bu işaretler topluluğu aslında koca bir yaşamında bir özeti değilmi?

yalnızca beyaz perde

her bir seans için beklenen dakikalar heyecenımı artırmakla beraber filmin konusun ve kapağına bakarak yürütülen sonlarla dolar hep...içeri atılan adım bi dünyamı karartan ve başka bir alemi aralayan kendinden ille de bir anıyı koymaya bir kalıba oturtmaya çalıştığın o dakikalar en güzel anlardanadır...
ama nedendir bilinmez filmin başarısı mı büyüktür yoksa gerçekten çok mu kaptırırım bilinmez 2 hatta 3 hafta etkisinde kaldığım filmler yüzünden gözümden akan o yaşların hesabını kime soracağını da bilemeyen ben,her seferinde nedensiz ağlamalara ve psikolojisi altüst olmuş ergen triplerine sokmama neden olan o filmlerden asla ama asla kopamamışımdır...
kapıdan içeri girmekti mesele...ilk adımda belliydi sorunların başı...sordum kendime dışardan ben mi topladım diye...iletişim denen şey doğada insanlar yokken başlamışken biz düşünübilen varlıklar olarak kendimizi büyütmek marifetken iletişimi en basit canlılardan bile örnek alamamışız....anladım ki her şeyin başı iletişim kurmak sa...eeeee daha nee!!!! her çatıda baz istasyonu her evde oda sayısı kadar tv...kişi sayısından fazla telefon ve sınırsız internetin olduğu bir ortamda iletişim kurmak için gerekli olanları dizerken onumuze; aynaya bakmayı, dokunmayı, koklamayı, acıyı tatlıyı klavyemizin parantezlerine sığdırdık...hani o safl temiz gülümseyen bakışlar....kendimizi büyüttüğümüz o dünyanın esiri olan bizler gökyüzüne bakıp uçmayı hayal eden çoçuklar değil facebook ilişkisi var yazısını yazacağını düşleyen neslin önderi olmayı bir görev bildik....

18 Ağustos 2010 Çarşamba

‘’Hüzünlü filmlerle büyüdüm ben, ağlayanları gördükçe ağladım. Şimdi ne vakit ağlasam, canını yakıyorum birilerinin ‘ neden mi???
aldattım, aldatıldım, kaçtım,çırılçıplak kaldım hayallerde bir gençliğin en aktif dönemlerinde çılgınca sevişmek yerine çılgın hayaller peşinde koştum....ipini koparmış bir köpek gibi hırçın ortada çaresiz sahipsiz ve aç kaldım...bu açlık oyle dayanılmaz vurduki sevginin açlığında bir köşede ölmeyi bekledim bekledim bekledim...belki bir umut biri tutar da elimden kaldırır beni o pis duvar köşesinden...umuda bağlı kalmak acıların en büyüğü olduğunu çok sonra anladım....

13 Ağustos 2010 Cuma

ne söylenebilir ki bir sona gelmişken
ne kadar sevdiğimi mi yoksa ayrılmanın zorluğunu mu?
insan kucaklaşmayı çok iyi beceremediği gibi ayrılamsını da bilemeyen canlılar kervanı içinde...
peki şimdi geleceğe dair planlardan mı bahsetmeli yoksa geçmişin izlerini mi anlatmalı
....
yok yok

en iyisi gelen trene atlamalı ve gitmeli bir sonraki durağa...her durağın yeni umutlar kapısına giriş olduğunu düşünerek...
en iyisi mi umut trenine umuda yolculuk adı altında binmeyi kaçmak değil tutunuş olarak algılamak...